1920’ler de Rudolf STEINER ile klasik 5 duyu yerini 12 duyu organına çoktan bırakmış durumdaydı…
Ama uzun süre, ve halen bir çoğumuz için , beş duyu denilince ; işitme, görme, koku alma, tat alma ve dokunma duyuları diye bilinen ile sınırlı.
Oysa ki, ülkemizde de artık uluslararası bir çok eğitsel yaklaşımlara eğilim ile dünyaya farklı pencerelerden bakabilmekteyiz.
Bu çerçevede, duyularımızın zenginleştiğini ve neler olduğunu bilerek çocuklarımıza yaklaşmaktayız.
Mesela, denge duyusu ve insanın içine yönelik duyu organlarından bahsedebiliriz. Alışılagelen duyulardan bahsedince insanın duyularının bir bölümüne erişilmiş olacağız, oysa ki on iki duyuya hakim olunduğunda insana bütünde bakmış olacağız.
Rudolf Steiner’ e göre, duyularımızı sıraladığımızda “ben duyusu, düşünce duyusu, sözcük duyusu, işitme duyusu, ısı duyusu, görme duyusu, tat duyusu, koku alma duyusu, dokunma duyusu, denge duyusu, devinim duyusu ve yaşama duyusu” olarak on iki duyuyu saymış olmaktayız. Gerçi bunların hepsinin hayatımızda karşılığı olmakla beraber biz duyularımız diye bakmayıp hayatın içinde önümüze doğal çıkışlar diye bakıyoruz…
Hislerimiz, yaşama duygumuz, dengemiz “ben” olma hallerimiz aslında bildiklerimiz.
İşte biz Kozaköy olarak, “özel çocuklarımıza” bu ayrıntıda ama “doğallıkla” baktığımızdan ve davrandığımızdan dolayı bir çok şeyin kendiliğindenmiş gibi yerini bütünlük için almasını sağlıyoruz.
Yaşanmış örneklerimiz, bu duyularla ve bu duyuları harekete geçiren davranışsal yaklaşımlarımızdan oluşmakta…
Biz hayata bir parça da mistik bakmaktayız…Birlikte “iyi olma halleri” bizim esin kaynağımız.